bumerang

Bumerang - Yazarkafe

29 Haziran 2017 Perşembe

Matruşka bebekler gibi miyiz?

Merhabalar Efendim,

Önce başlıkta adı geçen Matruşka ne demekmiş ona bir bakalım: "Rus yapımı bir oyuncak bebek türüdür. Ahşap el yapımı olan bebekler ortasından açıldığında başka bir bebek çıkar, onu açtığınızda yine başka bir bebek çıkar. Tek anne figürünün içerisinde iç içe yerleştirilmiş beş veya yedi bebekten oluşur."

Şimdi niye böyle bir yazı geldi içimden?

Bütün bir hayatıma baktığımda, toprağa ekilmiş bir tohum gibi günü gelince önce filiz, sonra fidan, sonra da ağaç olup meyve vermeyi beklemişim; bunu çok net görebiliyorum. İşte tüm bu süreç iç içe geçmiş matruşka bebeklere benziyor. Her evrede yeni bir bebek çıkıyor içimden... Hepimizin içinden...

Bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik ve olgunluk... Şu anda gerçek bir olgunluk çağındayım... Zor koşullarda geçen bir çocukluk ve fırtınalı bir ergenlik... Sonra kim olduğumu sorgulamaya başladığım bir gençlik... Cevapları bulmaya başladığım ve sakinleştiğim olgunluk... Hayat müthiş bir yolculuk... Çok seviyorum. Sevmezdim daha önce. Olgunluk evresine kadar çok cendereden geçtiğimden açıkçası acısı fazla ve yoğurulması çok bir hayat bana azcık yaşanmaması gereken bir hayat gibi geliyordu... Oysa yeterince güneş almamış, yağmur yememiş, karanlıkta ve aydınlıkta kalmamış, üşümemiş, yapraklarını dökmemiş, yeniden yeşermemiş bir ağaç tatlı, sulu ve olgun bir meyve verebilir mi? Veremez... O yüzden şimdi hayatıma dönüp baktığımda, tüm eziyetler için çok şükür. Değerini anladım hayat. İçimden yeni, taze ve çok eğlenceli, tanımaktan keyif aldığım matruşka bebekler çıkardın. Şiir yazabildiğimi, şarkı söyleyebildiğimi, eşimle başka bir yolda yan yana yürüyebileceğimizi gösterdiğin için sonsuz şükürler olsun. 

Biliyor musunuz? Kendinizi tanımaktan korkmayın. Bir dervişin dediği gibi; Bir iç var, bir de dış. O kadar...

Hayat kendimizi tanımamız için verilmiş bir armağan. Geç fark ettim belki ama çok şükür fark ettim ve bu güzel armağanı elde ettim. Sizde deneyin, korkmayın. Kendinize kendinizi tanıtın. İnanın çok iyi dost olacaksınız ve birbirinizi çok seveceksiniz. Yollar taşlı, tozlu dumanlı, dikenli olacak ama dürüst ve kararlı olursanız, o yoldan saflaşarak tıpkı seyreltilmiş bir solüsyon gibi tertemiz ve pak çıkabilirsiniz.

Ben mi? Tabii ki hala uğraşıyorum. Hayat bu tanışmak bitmez. Dedim ya matruşka bebekler dolu içimizde... Yarın hangisi çıkacak ve beni şaşırtacak kim bilir... Şimdilik yeni çıkan matruşkaları görmek isterseniz: https://www.youtube.com/channel/UCo9YpgqWdAf9R2NLE9qBqSg kanalını izleyebilirsiniz. Şarkıların hepsi içimizden ve orijinal..

Sevgiyle dinlemeniz ve dinletmeniz dileğiyle...

15 Mayıs 2017 Pazartesi

İçimizdeki şarkı...

Merhabalar Efendim,

Evimizin camından bakınca hem gökyüzünü, hem de ağaçları görebiliyoruz. Şanslıyız, doğayla bağımız iç içe... Penceremizin önündeki ağaç rüzgar esince sallanıyor, rüzgar durunca duruyor, tepesine bir karga konunca biraz bükülüyor, karga uçunca tekrar eski haline dönüyor, yağmur yağınca ıslanıyor, güneş açınca kuruyor, her mevsim yapraklarında ve dallarında çeşit çeşit değişim oluyor. Hiçbirine gık demiyor. Ne gerekiyorsa, o an ne gerekiyorsa ve koşullar ne ise, ona uyum gösteriyor. o yüzden de bana öyle geliyor ki, sanki her koşulda ve maruz kaldığı durumda, bir şarkı söylüyormuş gibi geliyor...

Biz insanlar, bir ağaç kadar olabilir miyiz diye düşünüyorum çoğu zaman. Olabiliriz lakin bir ağaç gibi, dimdik ve koşullara uyum gösterebilen bir varlık olabilirsek...

Otuzlu yaşlara gelene kadar, şarkıyı bırakın bir nota bile söyleyemezken bir de baktım ki, bir ağaç gibi yapraklarımdaki değişimlerin olmasına izin verdiğimde, daha doğrusu her koşulda uyumla kendimi akışa bırakabildiğimde, içimden coşkun ve yüksek sesli bir şarkı başladı. Nasıl söylüyor, nasıl bağırıyor anlatamam... Meğer o orada zindanda kalmış. Benim parmaklıkları kaldırıp sakin ve uyum içinde hayatı karşılamamı, hayatla birlikte akmamı bekliyormuş... O kadar mutluyum ki, onu özgürlüğüne kavuşturabildiğim için... Ve biraz da ürkek, eski hale döner de yine koyarsam o parmaklıkları çevresine diye...

Ümit ve korku bir arada... Sanırım hayat, bir an için bile olsa o parmaklıkları kaldırıp özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu anlayabilme hali... Sadece o bir an'ı bile yaşamaya gelmiş olabiliriz belki de...

Kal, kal
Gitme otur yerinde kal
Ak, ak
Durma su gibi ak
Sus, sus
Derinden bir kabulle sus
Söyle, söyle
Bağıra çağıra, ahenkle içindeki şarkıyı söyle...

Bir melodi geldi, oturdu içime
Çıktı çıkacak derken,
Sustu kaldı olduğu yerde...
Girişi kapanmış,
Büyük ve kapalı bir mağara içinde,
Sus pus bekliyor,
Coşkusuz ve sönük bir halde...

Dön de bir bak içeri!
Gir de bir bak nedir hali!
Tutar da elinden, çıkarabilirsen oradan,
Esecek sürekli bir meltem,
Okşayacak etini, ısıtacak içini...
Gelecek ılık bir bahar,
Bırakacak tomurcuklar çiçeklere kendini...

Kal, kal
Gitme otur yerinde kal
Ak, ak
Durma su gibi ak
Sus, sus
Derinden bir kabulle sus
Söyle, söyle
Bağıra çağıra, ahenkle içindeki şarkıyı söyle...

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Geniz Eti ameliyatı

Merhabalar Efendim,

Söz verdiğim bir yazıyı daha yazmak üzere oturdum bilgisayarın başına. Konumuz: Geniz Eti Ameliyatı... Ayşecik Şubat 2016'da geniz eti ameliyatı geçirdi. Eylül 2015'de başladığımız 3 saatlik kreş tecrübesi sonucu o kadar sık hastalanıyordu ki sürekli antibiyotik bombardımanına tutmuştuk yavrumuzu. Hastaneye gel git yaparken bir KBB uzmanına gitmenin vakti artık geldi diyerek Ataşehir Memorial Hastanesi'nin KBB servisinde Doç. Dr. Yezdan Fırat doktorumuza muayene olduk. Muayene sonucunda Ayşe'nin neredeyse tamamen burnunun arkasını kapatan koca bir geniz eti olduğunu öğrendik. Doktorumuzu nasıl anlatsam; Dünya tatlısı, yumuşacık ve ilgili, konusunda uzman... Aslında doktor olmadığım için bunu söylemek bana kesinlikle düşmez ama kızımın ameliyattan sonra hemen iyileşmesi ve bu sene okulda hastalık sayısının çok bariz bir oranda düşmüş olması onun nasıl konusunda uzman ve başarılı bir doktor olduğunu hasta olarak bana gösteriyor. Şimdiden doktor olmadan böyle bir yorum yaptığım için af dilerim.

Sabah girdiğimiz hastaneden öğleden sonra 15:00 sularında çıktık. İlk gün sadece çok soğuk süt ve dondurma ile beslendi. Tahmin edersiniz ki, bu durumdan son derece keyif alıyordu. Sonra sıvı gıda alımıyla devam ettik. Sıcak olmayan ve mümkünse soğuğa yakın ılıklıkta çorbalarla devam ettik. Zaten yutkunurken boğazında ufak bir ağrı oluyordu. O ağrıyı arttırmamak için, olabildiğince soğuk ve soğuğa yakın ılıklıkta sıvı tükettik. Ufak ufak patates püresi gibi kolay yutulabilir şeylere geçtik. Her şeyin püresi yapılabilir o evrede. Önemli olan boğazı tahriş etmemek. Bu bahsettiğim süre en fazla beş gün sürdü.

Sonra ne mi oldu? O yemeyen kızın iştahı açıldı. İstekle yemek yemeye başladı. Hastalık oranımız bir ayda dört-beşten, bir ila sıfır oranına düştü diyebilirim. Çok ciddi bir ilaç tüketmeme dönemi başladı. Bu kışı toplamda çok ciddi olan iki veya üç üst solunum yolu enfeksiyonu ile atlattık çok şükür. Her seferinde doktorumuza çok dua ediyorum çünkü gerçekten olması gereken bir ameliyata yönlendirmiş bizi. Ameliyattan sonra, kızımız yaklaşık 3 kilo aldı. Daha az yoruluyor, rahat uyuyor.

Ezcümle çok küçük bir operasyon ve emin ellerde yapılırsa, herkesin sağlıkla yararlanabileceği bir ameliyat olduğunu kendim bizzat deneyimleyerek gördüm. Her zaman birkaç doktor yorumu almak faydalıdır elbette. Benim paylaştığım çok şahsi bir deneyim. Herkesin yaşadığı süreç bambaşka olabilir, bunu unutmayalım. Herkese ameliyatsız, ilaçsız sağlık dolu bir ömür dilerim; hem yavrulara, hem ana babalara bol sağlıklı, huzurlu ve mutlu günler...

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Zatürre! Şaka olsun lütfen!

Merhabalar Efendim,

Oldukça hatta epey gecikmiş bir yazı sözüm vardı sizlere. Önceki yazılarımdan birinde bahsetmiştim. Kızımız bir buçuk yaşındayken bir zatürre vakası geçirdik ki öldük, öldük dirildik. Bugüne kısmetmiş yazmak... Peki 3 Aralık 2013 tarihini nasıl hatırlıyorum derseniz; tabii ki o bol bol yazmayı sevdiğim günlüklerim sayesinde... Yazı iyidir, yazı güzeldir, yazı unutulmaz ve yazı hatırlatır.

Doğduğu günden beri kızıma günlük yazıyorum. Adı günlük tabii ki... Öyle her gün çok sistemli bir şekilde yazı yazamıyorum ama fırsat buldukça ve onun okumasını istediğim olayları veya çok önemli bir gelişme olduğunda mutlaka yazmaya çalışıyorum. 23 Kasım 2013 gecesini 24 Kasım 2013 gündüzüne bağlayan gecede/günde de bu olaylardan birini yaşadık. Yazıyı okurken o günlere tekrar gittim ki sormayın. Allah kimseye öyle günler ve evladı ile ilgili korkular yaşatmasın.

Aslında tam olarak olay 23 Kasımdan bir hafta öncesinde başlıyor. Kızımız ateşlenmiş ve halsiz görünüyordu. Göğsünden de garip bir hırıltı geliyordu ama insanın basireti bağlanır ya da konduramaz ya, öyle bir durumdu ki zaten zatürre aklımıza gelecek en son şey bile değildi. Biz her zaman gittiğimiz doktora gitmek yerine, olayın üzerinden dört sene geçtiği için ve olayın bu kısmıyla ilgili bir not almamış olduğum için, başka bir hastanedeki hiç tanımadığımız bir doktora gitmiştik. Doktor basit bir gribal enfeksiyon olduğunu belirtip bize ateş düşürücüler verip evimize yolladı. Sanırım aynı günün gecesiydi, düşmeyen ateş neticesinde bu kez kızımızı kendi doktorunun olduğu hastanede acile götürdük ve konan teşhis zatürreydi. Hem de sağ akciğerde 7 ml kadar sıvı toplanmıştı. Acilen yatırılması ve tedaviye başlanması gerekiyordu. Bunun psikolojik ezikliğini anlatmak imkansız gibi bir şey. Belki bir anne veya baba kendini bizim yerimize koyup "offf felaket" diyebilir ve fakat şuna da inanıyorum ki, hayatta her şey o olayı yaşayan kişiye pek özel. Yani tam olarak ne hissettiğimizi anlatmak kelimelere sığamaz sanırım. Hem geç kalmış olmanın verdiği müthiş mahcubiyet ve kendinize duyduğunuz kızgınlığa karışan bir endişe, korku hem de, gözlerdeki "Ne yapacağız" sorusunun cılız ve aciz cevabının donukluğu... Nasıl desem duygular öyle bir çorba olmuş ki, ne düşüneceğinizi şaşırıp ne hissedeceğinizi zaten bilmiyorsunuz. Sadece dua ediyorsunuz sürekli çünkü acizsiniz.

Yaşam çizgime baştan sona kuş bakışı baktığımda net olarak bana gelen mesajı alabiliyorum çok şükür: Acizsin. Bir karınca senin için neyse, işte sende kuş bakışından o kadarsın. Ne yapabileceğini sanıyorsun? ya da kim olduğunu zannediyorsun? Şiddetli bir rüzgarda uçup gidebilirsin veya kocaman bir dalga alıp seni istemediğin neresiyse oraya sürükleyip götürebilir canım İnsan. Kendine gel sen acizsin. Tutunacağın dalı iyi ve sağlam seç ki, yıkılma her rüzgarda veya dalgada...

Ne güzel değil mi... Bakış açınız olaylardan ders çıkararak ilerlemekse, güzel tabii de hele olayların olumsuz yönlerini görmeyi kendinize borç biliyorsanız, o zaman biraz üzücü bir hayat sizi bekliyor ne yazık ki...

Çok şükür ki, ben küçükken ilk okuduğum kitaplardan biri ve hatta en birincisi; Çocuk Kalbi ve Pollyanna'ydı. Sonra hayat yolum bana sapasağlam bir ip uzattı ki,O'na sonsuz kez şükürler olsun. O yüzden, düşsem de kalkabilirim. O yüzden biraz solsam da, biraz zaman tanırsanız bana, güneş açabilirim. O yüzden ağlasam da, biraz sonra gülebilirim. Her zaman her şey mükemmel olamaz ki... Acılardan, üzüntülerden ders alamayacaksak veya sabırla o üzüntülere katlanıp bahara, yaza çıkmayacaksak niye geldik ayol dünyaya....

Evet yazıyı oldukça dağıttım. Tekrar toparlıyorum. Toplam 9 gün hastanede kaldık. Kızımızı hastaneye yatırdıkları ilk gün tüp bağlama ve brokonoskopi yapılması gibi ihtimaller vardı. Tedaviye olumlu yanıt kısa sürede alınmaya başlanınca bu ihtimaller hızla elendi. Fakat akciğerden sıvı alınması şarttı ve alındı da... Günlüğümdeki notu birebir paylaşıyorum: "O kadar tatlı ve sabırlı bir çocuksun ki, tabii ki korktun ve ağladın ancak uslu durup suyun alınmasına izin verdin. Yani şaşkınlıktan ağladığın oluyordu ancak o kadar sabırlı ve durumun farkındaydın ki şaşırtıcı şekilde duruma uyum gösterdin." Aynen böyleydi durum... Bir buçuk yaşında bir çocuğu tutmak ne kadar zordur bilen bilir. Henüz yürümeyi keşfetmiş ve sürekli hareket etmek isteğindeki bir çocuğu yatağa yatırmak ve damardan sürekli serum vermek... Biliyor musunuz, tüm kalbimle samimi bir şekilde aciz olduğumuzu ve yapabileceğimiz herhangi bir şey olmadığına inanıyorum. Bu öyle bir yol ki, çizilmiş ve yazılmış ve akıyor. Önünde durmanız veya o yolla birlikte akmamanız, yola bir zarar veremez. Karınca kadar hükmünüz, hükmümüz yok. Yolla birlikte akarsanız tek bir şeye yararınız olur, o da kendinize...

Dokuz gün sonunda kızımız tam olarak sağlığına kavuşmuştu. Akciğerindeki sıvının sonucu bakteriyel çıktığından antibiyotik ile tedavi sonuç verdi ve çok şükür sapasağlam evimize döndük. O günden sonra kızımız çok sık hastalandı ve hep çok çabuk yoruluyordu ama bir daha aynı vakayı yaşamadık. Sonraki kontrollerinde geniz etinin çok büyük olduğu tespit edildi ve bir de geniz eti ameliyatı olduk. Bu da başka bir yazının konusu olsun. Söz size onu da yazacağım :=)

Buradan çok net bir mesajım var önce kendime, sonra sizlere... Sevgi ama her koşulda, her zaman, her yerde, herkese, her türlü zerreye duyulan sevgi ibadetimiz olsun... Sevgi varsa, varlık var. Yoksa zaten karıncadan ne farkımız var...

Sevgilerimle,
Shebby

Hayatta mutlu olmanın formülü ne olabilir?

Merhabalar Efendim,

Depresyon ne de çok duyduğumuz bir kelime, değil mi? Google'da kelimeyi arattığımız zaman karşımıza ilk çıkan tanım şu: "Depresyon bir beyin bozukluğudur"... O zaman hepimizin hayatımız boyunca en az bir kere beyni bozuluyor, net miyiz?

Geliyoruz karşımıza çıkan ikinci tanıma: "Uyaranlara karşı duyarlılığın azalması, girişim gücünün ve kendine güvenin zayıflamasıyla umutsuzluğun, karamsarlığın güçlenmesi biçiminde beliren ruhsal bozukluk" diyor. Hani diyoruz ya bazen bazılarımız çok beylik olarak "Din nedir yaw? Din ne işe yarar?". Çok açık değil mi? Tüm insanlık tarihi boyunca ilk insandan son insana kadar bireyin beyni bir kez bozulmuşsa, bir şeye sığınması gerekir. Çok doğal ve çok sağlıklı bir istek ve hatta ne isteği, bariz bir ihtiyaç. Şimdi bu sığınılacak şey bir erkek, bir kadın, bir çocuk, bir iş veya bir hobi olursa ne olur? Hepsi doğası gereği sonlu olduğu için, günün birinde yok olunca veya bizi "kendimizce" hayal kırıklığına uğratacağından ve bizi daha da derin bir depresyona sürükleyeceğinden, insanın yaşaması ve var olması için gerek duyduğu kaynak kesinlikle sonsuz ve görünmez olmalıdır. Bu matematik klişesi: 2 kere 2 dört eder kadar nettir.

Yok hala göremiyor ve "inanılacak bir şeye ihtiyaç yoktur efendim, Yaratıcı veya Allah da yoktur ne gerek var bu kadar teferruata" diyorsanız, o da sizin bileceğiniz iştir tabii ki. Herkesin inancı kendine elbette. Benim bu sabah kalktığımda aklımı sorgulatan en önemli soru bu oldu. İçimden bir kaynak geçiyor ve ben bu kaynağı verimli kullanmayı geçtim, azami miktarda dahi kullanamıyormuşum gibi bir his... Hiç oldu mu size de?

Bir de ne kadar yalnızız bunu düşünüyorum. Hani hep yan yana, sohbet ve muhabbet içinde kahkahalar, ağlamalar, sarılmalar derken bir gün yalnız olduğumuzu anladığımız o sert ve çıplak an... İşte o an, bazılarımızın hayatında pek erken oluyor, bazılarımız daha geç fark ediyor ve belki de bazılarımız hiç fark etmeden ölüyor. Hiç fark etmeyen var mı? Bu en çok merak ettiğim şey. Çünkü ilk ikisini gerçekten anlayabiliyorum. Netice olarak çok erken yaşlarda yalnızlık hissi ile yoğurulmuş bir zatım. Ah be nereden çıktı bu kadar karamsar konu derseniz başlıktan çıktı: Hayatta mutlu olmanın formülü nedir? diye bir sordum kendime. Gerisi geldi de, tabii bir öncesi var.

Soruların kaynağı genellikle, bir olay veya olaylar silsilesidir. Yani soru kendiliğinden de doğabilir herhalde ama bana göre daha doğrusu, kesin bir olay sonucu veya olaylar silsilesidir. Nitekim, 35 yaş krizi herhalde, şöyle bir hayatıma döndüm baktım ve hop bu soru karşıma çıkıverdi: "Hayatta mutlu olmanın formülü nedir?"

Standart bir eğitim hayatından sonra, standart bir çalışma hayatı ile başlayan ve standart bir evlilik kararıyla devam eden ve standart bir çocuk yapma kararıyla pekişen ve standart bir iş bırakma-iş arama süreciyle ve çocuk bakma mayası ile yoğurulan hayatımın içine bakıp bir döndüm ve kendime dedim ki "Hey Shebby! Nerdesin, Nesin veya Kimsin? Kim oldun sen?" Hoooop dedim sonra kendime, yavaş gel...

Bir çocuk vardı. Yalnızlığını keşfetmiş, henüz belki beş-altı yaşlarında... Sonra yazmayı pek severdi. Günlük günlük yazardı. Kilo kilo okurdu. Hala da öyle ama neden kaldı yarı yolda? Kendi kendine yazar, kardeşiyle gazete bile hazırlarlar ve fotokopiyle çoğaltırlardı. Evin kapılarının üzerine bastıkları gazeteleri asar, eşe dosta akrabaya dağıtırlardı yazdıkları şiirleri, hikayeleri, resimleri... Ne oldu o çocuklara? Ne ara bu kadar standart kalıbın içine tıkışıverdiler? Hani o kaynak? O kaynak kurumadı ki taaaa içerde çağlayıp duruyor. Akıyor da boşa akıyor. Onu enerjiye dönüştürecek çocuk nerede Shebby? dedim, dedim ve en sonunda buldum cevabı.

Mutluluk, insanın özündeki kaynağı bulması, bilmesi, tanıması ve enerjiye dönüştürmesidir. Uyanıp da bütün dinleri, öğretileri, felsefeleri kendimize ayna gibi kullanırsak, varacağımız yer sanırım kıt aklımızla tasvir ettiğimiz "Cennet" imajı işte. Mutluluk orada a dostlar! Bakın hele bir çevrenize tüm mutsuzların ortak özelliği ne?

Özündeki kaynağa ulaşamayan ölüdür. Ulaşan yaşamaya başlamıştır. Hani doğunca kendimizi yaşıyor sanıyoruz ya... O öyle değil bence. Bedene giriş tam bir ölüm. Bedenimizdeki kaynağın yerini bulup da, akmaya başlarsak yani tasavvuf diliyle dersek; ikinci kez doğmayı başarırsak, işte o zaman yaşıyoruz. Varoluş cevabı da burada gizli zannımca.

Eeee ne oldu da yazdın bunları derseniz, ohhh içim açıldı azıcık derim. Yazı iyidir. Yazı da, yazmak da bir ihtiyaçtır. Su gibi... Kafayı toparlar, fikirler ürettirir ve daha da güzeli öyle bir ayna olur ki bize, görmek istemediğimiz bütün çirkinliklerimizle ve şahaneliklerimizle bizi bize gösterir. Ezcümle, yaşamayı çok geç öğrendim. Üzülmüyorum çünkü biliyorum içindeki kaynağa ulaşabilen standart bir insan için hayat 35-40 arası başlıyor. Bazı dahi çocukları hariç tutuyorum tabii. Bu bilince ulaşan ne genç kafalar var. Hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum ve herkese verimli, bereketli kocaman mutlu bir hayat diliyorum...

Sevgilerimle,
Shebby

Matruşka bebekler gibi miyiz?

Merhabalar Efendim, Önce başlıkta adı geçen Matruşka ne demekmiş ona bir bakalım: " Rus yapımı bir oyuncak bebek türüdür. Ahşap el y...