bumerang

Bumerang - Yazarkafe

15 Ocak 2013 Salı

Beslenme Alışkanlıklarını Değiştirmek

Evet efendim bugün itibari ile artık güzel kızıma (maalesef) süt vermediğime göre vakit bu vakittir diyerek başlıyorum diyete. Yani şöyle diyelim; beslenme biçimimi hayat tarzım haline getirmeye...

Moda deyimlerle "diyet yapmak" benim lisede başlayan ve hiç bitmeyen bir savaşım oldu. O yüzden pek bıkıyorum "beslenme biçimini hayat tarzı haline getirmek" lak laklarından... İsyanım bu laklaklara yoksa salata, et ve meyve ile süt ürünleri dışında hayatına başka bir şey sokmayan insanları pek takdir ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Aynı başarıdan mümkünse kendime de istiyorum :)

Ben çikolata gördü mü dayanamayan insanlardanım ne yazık ki... Yani o bir kavanoz çikolata ya da paketli çikolatalar, gofretler beni maalesef benden alıyor. Tadını aldığım anda önü kesilmez bir iştah açılması ve patlama söz konusu oluyor :) Ne yapalım Allah yaratmış yemeliyiz tabii ki, bence buradaki asıl mesele bu tür gıdaları sonsuz kez istemek... Yani bu tür gıdalara doyamamak... Problem orada ve ne yazık ki, bu durumun beslenme biçimini değiştirmek ile çözüleceğine inanmayanlardanım. Asıl mesele daha özde bence. Yine Mevlevi bir yaklaşım sergiledin diyeceksiniz ama ne yapayım, her yerde gördüğüm şey bu ve sizinle ancak gördüklerimi paylaşabilirim :)

Asıl mesele, her yerde çıkan ister "Şeytan" deyin, ister "Ego" deyin "Bunu da ye, bunu da yap, bu da şöyle demiş, bir tane içsen ne olacak ya" gibi şeyler diyen iç sesiniz aslında... Ya da kafanızdan geçen o sinsi ses. Asıl mesele, o sesi yok edebilmenin yollarını bulmakta... O sesin kaynağını çürüttüğünüz zaman bir bakıyorsunuz ki, daha önce zevkle, ihtirasla, doymamacasına yediğiniz şey bir anda sanki hiç hayatınızda olmamış gibi oluyor. Daha net bir örnek vereyim:

Sene 2011, kötü sonuçlanan iki gebeliğin ardından kendimi yine sigara ve alkole vermiştim. Evet alkolik değildim ama durumum şöyleydi: Günde neredeyse bir pakete varan sigara ve dolapta duramayan, daha doğrusu dolaba konduğu gibi bitirilen içkiler şeklindeydi. Durumum gereği biraz maneviyat ağırlıklı şeyler okumaya ve yavaş yavaş bilgilenmeye başlamıştım. O sene ramazan ayında oruç tutmaya karar verdim ve içki ile sigarayı bırakmayı diledim. Yani sigarayı tamamen, içkiyi de dolaptakileri tüketircesine içmemeyi, daha sosyal bir içici olmayı istedim. Allah'a çok şükür bugün bunu başarmış bir insan olarak gönül rahatlığı ile yazabiliyorum. Öyle ki, ne canım tek nefes sigara istiyor, ne de canım dolaptaki biraları sömürürcesine içip bitirmek...

Bu sürecin bu hale gelebilmesinde yegane yardımcım, kafamdaki sinsi ses gelip "ya ne olacak ölüp gidicen zaten, iç bir nefes, iç bir yudum, birşey olmaz" dediğinde sesli :) ya da sessiz (ama sesli olursa daha etkili oluyor) şekilde "Şu anda senin egom-nefsim olduğunu ve benim kötülüğümü istediğini biliyorum. Lütfen git ve bir daha gelme çünkü bir daha asla Allah'ın izniyle sigara içmeyeceğim." gibi bir cümle kuruyordum. Bunu ilk günler çok sık ama giderek azalan ve artık gerek duyulmayan bir noktaya gelene kadar üşenmeden sürdürdüm. Evet biraz delice gibi gözüküyor dışarıdan, sesli olarak yalnız başınızayken konuşmalısınız yoksa Bakırköy'e atıverirler :) ama çok etkili bir yöntem olduğuna inanıyorum çünkü faydasını gördüm.

Şimdi yeniden aynı yöntemi kullanma zamanı... Aslında bu yöntem basit bir nefs'i yok etme planı. Yani başarılı olduğunuzda hayatınızdaki her şey için kullanabilirsiniz: "dedikodu yapmamak, aşırı yememek, aşırı içmemek, sigarayı bırakmak, kıskançlık yapmamak vs." aklınıza gelen ne varsa, sizi rahatsız eden ve daha iyi bir insan olmanızı sağlayacağını düşündüğünüz ne varsa...

Tabii bu evreye gelmek ve kabul etmek ön koşul. Yani ben "sigara içmeyi seviyorum arkadaş, içeceğim" dediğiniz noktada bu yöntem patlar :)

Şimdilik, vücuduma çeki düzen vermeye başlarken (ki bunu ona borçluyum çünkü üç sene arka arkaya hamile kaldı ve çok yük taşıdı. Hala 20 kilo yük çekiyor zavallı) gelen krizlerime karşı Ego, Nefs, Şeytan her ne ise, onu öldürme stratejimi kullanarak bu hikayeyi de Allah'ın izniyle bir sona bağlayacağım. Çünkü insan isterse her şeyi başarabilir: iyisini de, kötüsünü de...

14 Ocak 2013 Pazartesi

Yalnızlık ömür boyu...

Herkes kendini kimi zaman yalnız hissetmiştir. Biraz içince, bir kavganın ardından, sıkı fıkı olduğunuz bir dostla ters düşünce veya onu artık kaybettiğinizde, moraliniz bozuk olduğunda ya da hayatta en sevdiğinizi ya da sevdiklerinizi toprağa verdiğinizde... Bu liste pek tabii uzatılabilir. Herkese göre bir yalnız hissetme anı vardır.

Kızım tam 7. aylık oldu. Her gün yeni birşeyler keşfediyor ve neredeyse her gün yeni bir beceri kazanıyor ya da sahip olduğu becerileri keşfediyor. Bu biraz tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan tartışmasına benziyor sanki:) Yani dünyaya hangi becerilerle geldiğimiz bir sır olduğundan ve sahip olduğumuz becerileri "edinmiş" mi olduğumuzu yoksa halihazırda bünyemizde "mevcut" mu olduğunu bilemediğimizden muallakta konuştum. Yani, sözün özü pek bir büyüdü. Pek tatlı bir kız olma yolunda... Ancak annesi için durum pek de öyle değil.

Hani lohusalık iki sene diyorlar ya, pek bir haklılar sanırım. Şöyle ki, bir önceki hamileliğimde de iki sene sonra gerçek özüme kavuşmuş ve "ohhh be, çok şükür döndün" diyebilmiştim. Şimdi, aynı durum söz konusu... Kendimi hiç tanıyamıyorum ve işin aslı bazen verdiğim tepkilerden çok korkuyorum. Sonumun sanki Bakırköy'de biteceği hissine kapılıp içimi korkunç bir korku ve yalnızlık kaplıyor. Her şey, herkes bir anda düşman oluyor ve ben bir başıma, omuzumda korkunç ağır yüklerle yürümeye çalışır buluyorum kendimi. Ve en sonunda bu yüklerin ağırlığı içimde önce öfke patlamalarına, sonra ağlamalara en sonra da boşvermişlik ve yalnızlık duygusuna bırakıyor. Ama bir bakıyorsunuz, kızıma bakıp onun bu suratsız kadını hak etmediğini düşünüp bir anda başlıyorum gülmeye, neşe saçmaya... Ve sonra tekrar yüklerim geliyor aklıma, daralıyor ruhum ve başlıyorum aynı kısır döngü hisleri duymaya... Bu sürecin kızıma nasıl yansıdığını ise bir Allah bir de kendi biliyor. Çok çok üzgünüm tüm bunlar için ama engel olamadığım bir keder var üstümde.

Bu keder ise, sanırım önceki gebeliklerimde farkına varamadığım bir gerçeğin zihnimde sürekli çakıyor olmasından kaynaklanıyor. Önceki bebeklerimi kaybetmek elbette acı vermişti ama kızımı doğurup kucağıma aldıktan ve ne kaybettiğimi iyice anladıktan sonra acı başka bir duyguya dönüştü. Nasıl tarif edeceğimi bilemeyeceğim başka bir biçim aldı. Bu kesinlikle kızımı sevmeme engel olacak ya da onun hakkını yememe neden olacak bir duygu değil. Onun bu konular ile yakından uzaktan alakası yok. İyi ki var ve Allah'ım bana şu dünyalık ömrümde onu kollarıma almayı nasip etti, çok şükür. Benim demek istediğim daha çok benim içinde bulunduğum duygudurum... Bir anda omuzlarımda taş gibi sorumluluklar hissetmeme neden olan duyguyu sanırım bu farkındalık yaratıyor.

Tüm bunların yanında, tam olarak insanı bu kedere sürükleyen şey, hep aynı şeyleri yapmak (ütü, yemek, mama yap, oyun oyna, birşeyler ye, vakit kalırsa birşeyler oku vs.) ve sanırım bu yaptığın şeylerin içinde hiçbir şey üretememek... Ayrıca, aşırı derecede yorgunluk ve uyumak isteği :) Tüm bunlar birleşince insan bir anda mutsuz olabiliyor. İnsanın bir şeyler üretmesi, tüm hayatı boyunca şart ya da şöyle diyeyim, bu tür gelgitleri yaşamak istemeyen, sağlıklı olmak isteyen bir insanın üretmesi şart... Üretemediğinde sanırım çıldırmanın eşiğine geliyor ve sağlıksızlaşıyor.

Aslında hepimiz bir kutunun içinde hapsedilmiş, kutunun içinde olduğunu fark etmeden yaşayıp giden ve bir öyle, bir böyle duygulara sahip garip varlıklarız :) İnsan, gerçekten de sır dolu.

Bu yazıyı bağlarsak, gel-gitlerle dolu ömrümüzde bir yalnızız, bir bir aradayız. İşin özünü ise, sadece Allah bilir.

Matruşka bebekler gibi miyiz?

Merhabalar Efendim, Önce başlıkta adı geçen Matruşka ne demekmiş ona bir bakalım: " Rus yapımı bir oyuncak bebek türüdür. Ahşap el y...